Güncel Gerçek

‘Her Türk Asker Doğar’ Esir Olunca Unutulur


AKP Hükümeti, HPG tarafından esir alınan iki askerine sahip çıkmıyor.
Geçmişte yaşanan benzer bir olayda dönemin AKP’li adalet bakanı Mehmet
Ali Şahin, PKK tarafından Dağlıca karakolundan kaçırılan 8 askerin
serbest
bırakılması konusunda, ”Türk Silahlı Kuvvetleri’nin hiçbir
mensubu bu duruma düşmemeliydi. Dolayısıyla kurtulmuş olmalarından fazla
bir sevinç duyamadım” diyerek ”insanlık” dersine nasıl çalıştığını
göstermişti gerçi.


Neden askerlerin haberlerini yapıyorsunuz diye
bize kızıyorlar. Hiç
sesleri çıkmıyor. Dahası oralı dahi olmuyorlar.
Sanki böyle bir olay hiç yaşanmadı. Adeta kaçırılanlar, hiç tanınmayan,
bilinmeyen bir ülkenin hiçbir zaman tanınmayacak ve bilinmeyecek
askerleri
gibi davranıyorlar. Kaldı ki HPG’nin konuya ilişkin iddiaları
da çok ciddi. Söz konusu astsubay ve uzman çavuşun kontra faaliyetleri
yürüten özel bir birimden olduğu söyleniyor.


Ama belli mi olur,
belki de onlara göreve gitmeden önce, ”siz her türlü faaliyette
serbestsiniz size hukuk mukuk vız gelir, ama yakalanırsanız sizi
tanımayız” dendi. Yani ‘Görevimiz Tehlike’de olduğu gibi, sadece
filmlerde tanık olduğumuz hukukun devlet eli ile çiğnenmesi fantezisi bu
topraklarda esaslı bir gerçek.


Zira, AKP ve Genel Başkanı Recep
Tayyip Erdoğan, bir başka ordunun dahi olsa, esir düşen askerler
konusunda son derece duyarlı aslında. Kısa bir süre önce yayınlanan bir
habere göre, Erdoğan, Hamas’ın elindeki İsrailli asker Gilad Shalit için
bir yıldır devrede.


Haberin detayları daha da çarpıcı,
”İsrail’in önde gelen gazetelerinden Yedioth Ahronot, “Türkiye,
Shalit’in serbest kalması için çalışıyor” başlıklı haberinde İsrailli
Türk iş adamı Eliko Dönmez’in bir süre öne Başbakan Erdoğan ile yaptığı
görüşmede Gilad Shalit’in babası Noam Shalit’in bir mektubunu
ilettiğini, mektupta Türkiye’den, Hamas’ı, oğlunun karşısında bin
tutuklunun serbest bırakılması yönündeki, takas anlaşması önerisini
kabul etmeye ikna etmesinin istendiği belirtildi.”

Erdoğan, bir
İsrail askerinin bırakılmasına karşılık 1000 Filistinli tutsağın
bırakılması için Hamas’ı iknaya çalışıyor. Yani bu arabuluculuğu, AKP’li
Başbakan Erdoğan yapıyorsa, esir iki TSK personeli için 2000 PKK
tutsağını bırakma garantisi ile görüşme yürütmesi gerekmez mi?


Kaldı ki, küllem yekûn asker bir milletin evladı olan başbakanın hatta her askeri için 2000 PKK’li tutsak bırakması gerekmez mi?

İşin
latifesi bir yana, bir İsrail askerine karşılık 1000 tutsak
bırakılmasına aracı olunurken, iki TSK personeli, serbest bıraktırma
girişimini yada doyurucu bir açıklamayı hak etmiyor mu?


Türk
basınında geçmişte hüküm süren ”TSK”ya yakın, MGK bildirilerini ”halkın
anlayacağı kıvama” getiren ”köşe yazarlarının” yerini, Polis Akademisi
mutabakatından sonra Gülen Cemaati destekli, ”polise yakın yazarlar”
aldı. İşte bunlardan biri, köşesinde esir düşen TSK personeli konusuna
değinmiş. Uzun uzun, PKK’nin geçmişte gerçekleştirdiği benzer eylemleri
anlatıyor. Yazının sonunda da, bir not düşmüş, iki askerin ”büyük
olasılıkla öldürüleceği” kehanetinde bulunuyor. Esir iki asker üzerinden
boş bir zar atarak, ”ya tutarsa” çirkinliğinden medet umuyor. PKK’nin
benzer hiç bir eylemde esir aldığı askerleri öldürmediği bilindiği
halde. Şimdi bir köşeye çekilmiş, deri değiştiriyor, o iki askerin
ölmesi için dua ediyor. Ölsünler ki, ”ben zaten yazmıştım” diyebilmek
için kana ekmek doğruyor Emre Uslu.


AKP’nin hükümet olmaktan,
devletin devlet olmaktan kaynaklı sorumluluğunu perdeleyen Uslu,
”devletin ali menfaati ve kendi istikbali” için iki askeri gözden
çıkarmanın retoriğini kuruyor.


Polisin istihbarat kırıntıları
üzerinden, ”fikir” üretmeye, bu kırıntı bilgilerle Kürt Özgürlük
Hareketi’ni ”analiz” etmeye soyunuyorlar. Ama hiç düşünmüyorlar, ”Eğer
bu devletin, emniyeti, istihbaratı bu meseleyi çözebilseydi bizim akıl
bulandırıcılığımıza ihtiyaç duyar mıydı” diye.


Bu topraklarda
faaliyet yürüten hangi legal yada illegal siyasal hareket, ”KCK
operasyonu” gibi bir esir alma operasyonu ile üç bini aşkın aktif
kadrosunu kaybetseydi ayakta kalmayı başarabilirdi? Ya da hangi devlet
kurumu üç bin çalışanı devre dışı bırakılsa faaliyetlerini sürdürebilir?
Örneğin başbakanlık veya dışişleri bakanlığı ya da özel sermayeye ait
hangi kuruluş bu koşullarda faaliyet yürütebilir?


Türk Silahlı
Kuvvetleri’nin haline bakın. Ergenekon tutuklamaları sonrası, önümüzdeki
30 Ağustos Askeri Şurası’nda ara kademeleri oluşturacak kadro sıkıntısı
içinde. Terfiler, emeklilikler birbirine girmiş durumda. Devre dışı
kalan kadrolarının yerini dolduracak güce sahip değil. Hava’da neredeyse
komutan kalmadı.


Halen Türk cezaevlerinde tutulan PKK
tutsakları ile KCK operasyonu bahanesi ile toplanan Kürt siyasal
kadrolarının sayısı on bini buluyor. Buna rağmen Kürdistan Özgürlük
Hareketi, AKP despotizmi karşısındaki en ciddi muhalif güç olarak ayakta
duruyor. Bununla da yetinmiyor, yeniden yapılanan cumhuriyetin
oluşmasında en dinamik güç olarak, ideolojik ve politik zeminde
inanılmaz katkılar sunuyor. Ülke sorunlarının çözümüne en ciddi katkıyı
sunuyor, aktif siyasetin rotasını belirliyor.


Çok açık ki
Diyarbakır merkezli DTK hem bileşenlerinin zenginliği hem de demokratik
çalışma yöntemleriyle çözüme TBMM’den çok daha yakın duruyor.


Başından
bu yana, Özgürlük Hareketi’ni kendi Ankara merkezli siyasal
terminolojileri ile izaha çalışan bu cenahların, algı ve kavrama
düzeyleri de o siyasetin terminolojik sınırlarının dışına çıkamıyor.
Israrla PKK içerisinde var etmeye azmettikleri, ”şahin, güvercin,
Kandilci, İmralıcı” ve saçma sapan diğer ifadeleri ile Kürt siyasal
hareketi içerisinde kırılmalar, onların tarifindeki rolleri üstlenecek,
sığ siyasal sapmalar yaratmayı hesaplıyorlar. Siyasetin salt kişisel en
fazla dar grupsal çıkarlara dayalı örgütlendiği Türk siyasetinden
edindikleri ”fikriyatla” Özgürlük mücadelesinin yapılanmasını ve
örgütsel mekanizmalarını yorumlamaya girişiyorlar.


PKK Lideri
Abdullah Öcalan’ın, yaklaşık bir ay önce İmralı Adası’nda avukatları ile
yaptığı görüşmede dile getirdiği, “Bütün yük benim omuzlarıma
yükleniyor. Ben buradan her şeyi yüklenemem. Kandil’in koşulları ayrı,
demokratik siyaset koşulları ayrı, benim koşullarım ayrıdır. Her kurum
kendi çözüm politikalarını kendi belirler ve bunları hayata geçirmeye
çalışır. Ayrıca her üç kurum kendi kanallarını kendisi yaratabilir. Her
kanal üzerinden görüşmeler yapılabilir” ifadeleri Kürt Özgürlük
Hareketi’nin özgün yanlarını göstermesi bakımından oldukça dikkat
çekici.

Mehdi Atay

Yorum bırakın

Information

This entry was posted on 14 Temmuz 2011 by in AKP, Öcalan, Esir Askerler, HPG, JİTEM, Kürdistan, Kürt Özgürlük Hareketi, Kürt Sorunu, PKK, Recep Tayyip Erdoğan, TSK.